Bayan Rosa, adamın çantaları taşırken montunun cebinden bir şey düştüğünü fark etmişti: eski, katlanmış bir zarf. Kadın zarfı almış, eve çıkınca açmıştı.
İçinde yıpranmış bir askeri kimlik, birkaç madalya ve katlanmış bir mektup vardı. Mektup, 12 yıl önce Afganistan’da görev yaparken kaybolan ve “şehit” ilan edilen Teğmen Emre Yılmaz’a aitti. Askeri kimlikteki fotoğraf, şu an kapı önünde yatan evsiz adamdı.
Ama resmi kayıtlarda ölmüştü.
Bayan Rosa hemen jandarmayı aramış, durumu anlatmıştı. Güvenlik görevlileri aslında askeri polisydi ve yıllardır aradıkları kayıp gaziyi bulmaya gelmişlerdi.
Emre Yılmaz, 12 yıl önce bir operasyonda yaralanmış, hastanede kimlikleri karışmış, “ölü” olarak kayıtlara geçmişti. Travma sonrası stres bozukluğu, kimlik kaybı ve bürokrasi yüzünden sistemin çarkları arasında kaybolmuş, sokaklara düşmüştü. Kimse onu aramamış, ailesi cenaze töreni bile yapmıştı.
Askeri polis onu bulduğunda önce inanmamıştı. Kimliğini gösterdiklerinde ağlamaya başladı. İlk kez 12 yıl sonra adıyla hitap ediliyordu.
Bir hafta içinde her şey değişti.
Emre’ye geriye dönük tüm maaşları, gazilik tazminatı ve tedavi hakkı verildi. En önemlisi, onuru geri verildi. Apartmanın girişinde karton üzerinde yattığı yerden, kısa sürede kendine ait bir eve, düzenli tedaviye ve yeniden bir aileye kavuştu. Annesi, babası ve kardeşleri onu kaybetmiş sanırken, bir anda geri kazanmıştı.
Bayan Rosa’ya ise Genelkurmay Başkanı bizzat teşekkür ziyaretinde bulundu. “Siz bir kahraman buldunuz,” dedi.
Emre artık apartmanın kapısında oturmuyor. Ama her çarşamba sabahı, tam aynı saatte, elinde iki fileyle Bayan Rosa’yı bekliyor. Bu kez evsiz değil… sadece bir evlat, bir abi, bir gazi olarak.
Çünkü bazen bir market poşetini taşımak, bir insanın hayatını geri verebiliyor.