Köyün en güzel vadisinde, sakin mi sakin bir mahallede, gelin Ayşe ile kaynağınası Fatma Ana yaşıyormuş. Bu ikisi, neşelerine ve hayatta kalma enerjilerine rağmen yaşanmış olmalarına rağmen bir şey kaybetmemişler. Ayşe, genç, başlangıçlı, kahkahalarıyla birlikte büyüyen bir kadınmış. Fatma Ana ise kadınlara rağmen hayatta kaldı dimdik, lafını esirgemeyen, köyün en nüktedan kadınıymış. İkisinin de güzelliği ve zekâsı, köyde dillere destanmış. Ancak bu durum, köyün iki kurnaz delikanlısı, baba Hüseyin ile oğlu Mehmet'in aklını kaybetmişti. Baba oğul, gece gündüz bu gelin ve kaynanayı nasıl tavlarız, nasıl gönüllerini çalarız diye planlar kurar, kafa patlatırmış.
Hüseyin, köyün ve kurnaz adamı olarak biliniyormuş. Gençliğinde çapkınlıklarıyla nam salmış, şimdi ise oğlu Mehmet'le birlikte kurnazlıkta yarışmış. Mehmet desen, babasından aşağı kalır; yakışıklı, cin gibi zeki, ama bir o kadar da hin oğlu hinmiş. Bu ikili, evlerinin verandasında, “Şu Ayşe'yle Fatma Ana'yı nasıl birbirimize bağlarız?” diyen kafa yormuş. Ancak planları, bu iki zeki kadının keskin zekâsı karşısında suya düşmüş. Çünkü Ayşe de, Fatma Ana da, öyle kolay lokma değillermiş.
Pazar sabahı erkenden, Hüseyin ile Mehmet işe koyuldu. Evlerinin önüne bir tabut yerleştirmişler, etrafa matem havası vermişler. Hüseyin, başına siyah bir şapka geçirmiş, gözü kısarak perdeli bir ses tonuyla provamış: “Vah ki vah, ne büyük kaybetti!” Mehmet ise, gömleğinin yakasını yırtmış, sahte gözyaşlarıyla babasına ayrılıyormuş. İkisi de öyle inandırıcı oynuyorlarmış ki, yoldan geçen birkaç köylü bile sırasında, “Başınız sağ olsun, kim vefat etti?” diye sormuş. Hüseyin, her zamanki gibi gizemli bir şekilde, “İçerde, gelin görün” diyerek konuyu geçiştiriyormuş.Derken, beklenen bir geldi. Ayşe ile Fatma Ana, pazara gitmek için evden çıkmış, kollarında sepetler, neşeli neşeli sohbetler ederek yolda yürüyorlarmış. Tam Hüseyinlerin evinin önünden geçerken, baba oğulun şehit seslerini duymuşlar. Ayşe, durmuş, kaşlarını çatarak, "Bu ne şimdi? Hüseyin Amca'yla Mehmet neden böyle feryat ediyor?" demiş. Fatma Ana, her zamanki dobra tavrıyla, “Kızım, bu herifler gene bir hinlik peşinde, bence aldırma” demiş ama merakına yenik düşmüş. “Hadi, bir bakalım, neymiş bu tantana” diyerek eve doğru yönelmişler.
Hüseyin, onların ebeveynlerini daha da artırmış. "Vah ki vah! Sevmediğimiz gitti, dünya başımıza yıkıldı!" diye inlemiş. Mehmet de, “Böyle bir acı görüldü, gelin siz de görünün!” alarak içeri davet etmişler. Ayşe ile Fatma Ana, önce birbirine bakmış, sonra merakla içeri girmişler. İçeri girdiklerinde, ev loş bir ışıkla aydınlanmış, ortada bir tabut, bölgede birkaç mum yanıyormuş. Ama tabutun başında kimse yok, sadece Hüseyin ile Mehmet'in ağlayan yüzleri var.Ayşe, şüpheyle, "Kim bu cenaze? Niye böyle gizemli davranıyorsun?" diye sormuş. Hüseyin, hemen atılmış: "Ayşenin dağılımı, Fatma teyzem, bu şekilde bir kayıp ki, anlatması zor. Ama siz sağ olun, sizin bireylerinz bize teselli olur." Mehmet de, tatlı tatlı gülümseyerek, “Sizler gibi güzel insanlar yanımızda olduğunda, acımız hafifler” demiş. Fatma Ana, bu lafları duyunca kaşlarını kaldırmış, "Hadi oradan, kurnaz tilkiler! Cenaze nerede, hani?" diye çıkışmış. Ama Hüseyin ile Mehmet, ustalıkla konuyu değiştirmiş, ikramlar sunmuş, tatlı dilleriyle Ayşe ile Fatma Ana'yı oyalamaya başladı.Bir süre sonra, baba oğul planlarını uygulama geçmişi. Hüseyin, Fatma Ana'ya iltifatlar yağdırırken, Mehmet de Ayşe'ye göz süzüyormuş. Ortam yumuşamış, sohbet koyulaşmış. Baba oğlu, “Bizim boyutunun hayranız, köyün incilerisiniz” diyerek mest etmeye çalıştı. Ayşe, başta biraz şaşırsa da, Mehmet'in tatlı sözlerine kanar gibi olmuş. Fatma Ana ise, Hüseyin'in kurnazlığını çözse de, “Bakalım bu herifler nereye varacak?” diyerek oyunu bozmamış. Saatler geçmiş, sohbetin sonunda baba oğul, planlarını tamamlamış, Ayşe ile Fatma Ana'yı tatlı dilleriyle bir güzel “halletmişler.” Ama işler tam da onların istediği gibi gitmemiş. Ayşe, dışarı çıkarken yüzü kıpkırmızı, Fatma Ana'ya dönmüş ve fısıldamış: “Ya anne, biz şimdi milletin dünyasına nasıl bakacağız? Bu köyde dedikodu çıkarır, rezil ederiz!”Fatma Ana, o ünlü dobra gülmesini atmış ve şöyle demiş: “Valla seni bilmem oluyor, ama ben yedisine de gelirim, kırkına da gelirim, elli ikisine de gelirim! Bu kurnaz tilkileri bizi oynatıyor, ama asıl oyunu biz oynarız! Hadi bakalım, pazara devam, sepetler boş kaldı!”Ayşe, şaşkın şaşkın kaynanasının giderken, Hüseyin ile Mehmet evde zafer naraları atıyormuş. Ama bilmiyorlardı ki, Fatma Ana'nın aklında kaldığında yeni bir plan dönüyormuş. Bu hikaye burada bitmemiş, köyde daha çok dedikodu, kahkahalar ve kurnazlık yaşanacakmış! Fikranın bitmiştir..