Ekim 2024’te iki dalgada yaklaşık 200 balistik füze fırlatan İran, son saldırılarında ise her dalgada 30 ila 40 füze kullandı. 17 Haziran’da ise yalnızca 2 ila 20 füze içeren salvolar gözlendi. Bu veriler, İsrail’in hava savunma sistemlerinin etkinliğini artırdığını ve İran’ın füze altyapısının kısmen zayıfladığını ortaya koyuyor.
Uzmanlara göre, İsrail’in Suriye ve Irak’ta gerçekleştirdiği önleyici saldırılar, İran’a ait füze rampaları ve mühimmat depolarına ciddi zarar verdi. Bu da İran’ın hızlı ve kitlesel füze saldırısı kapasitesini sınırlamış görünüyor.
ABD, SURİYE’DEN AŞAMALI OLARAK ÇEKİLİYOR
Bir diğer kritik gelişme ise ABD’nin Suriye’nin kuzeydoğusundaki üslerden çekilmesi oldu. Reuters’ın aktardığına göre, El-Vazir ve Tel Baydar üslerinin boşaltılmasıyla birlikte, Trump’ın ikinci başkanlık döneminde Suriye’den çekilen üs sayısı dörde yükseldi.
Söz konusu çekilme, bölgedeki güvenlik boşluğunu artırırken, DEAŞ tehdidini yeniden gündeme getirdi. Kürt kaynaklar, çekilmenin ardından Deyrizor ve Rakka çevresinde DEAŞ unsurlarının daha açık biçimde hareket ettiğini bildiriyor. ABD'nin çekilmesi, yalnızca DEAŞ’ın değil, aynı zamanda İran destekli milislerin de sahadaki etkisini artırabilecek bir boşluk yaratıyor.
ABD’DEN YENİ TAKVİYE HAMLELERİ
Tüm bu gelişmelere rağmen ABD, bölgedeki askeri varlığını tamamen terk etmiyor. Haaretz muhabiri Avi Scharf’ın paylaşımlarına göre, Çarşamba günü bölgeye çok sayıda C-17 kargo uçağı iniş yaptı. Ayrıca, F-22 ve F-16 savaş uçaklarının olası intikalleri hakkında sosyal medya üzerinden gözlemler paylaşıldı.
Bu gelişmeler, ABD’nin bölgeye yönelik olası yeni bir askeri strateji geliştirdiğini gösteriyor. Washington’un amacı, hem İsrail’in savunmasını desteklemek hem de İran’ın saldırgan hamlelerine karşı caydırıcılık sağlamak gibi görünüyor.
DİPLOMASİ VE İTİDAL ÇAĞRISI HAYATİ ÖNEM TAŞIYOR
Orta Doğu'daki bu çok katmanlı kriz, yalnızca İran, İsrail ve ABD arasında değil; Suriye, Lübnan, Irak ve Körfez ülkeleri gibi birçok bölgesel aktörün dahil olduğu bir güvenlik bulmacasına dönüşmüş durumda. Bu nedenle uluslararası toplumun, tarafları itidale davet eden diplomatik girişimleri artırması büyük önem taşıyor.
BM, AB ve Körfez İşbirliği Konseyi gibi yapıların arabuluculuk kapasitesini artırması, bölgesel istikrarın korunmasında belirleyici olabilir. Aksi takdirde, mevcut gidişat, bölgeyi büyük bir savaşın eşiğine sürükleyebilir.