Hayatı kusursuzdu: çelik, mermer ve sessizlik. Başarısı zırhı, yalnızlık ise bunun için gönüllü olarak ödediği bedel olmuştu. Anne ve babası Manuel ve Carmen'i neredeyse altı yıldır görmemişti. Aramalar nadir, kısa ve annesinin "İyiyiz oğlum," demesiyle son buluyordu, hatta bunun doğru olmadığını bilse bile. Suçluluk duygusunu hafifletmek için en iyi yaptığı şeyi yapmıştı: soruna para saçmıştı.
Kuzeni Javier'e yarım milyon dolar göndermişti ve basit talimatları vardı: "Köydeki en iyi evi onlara inşa et. İhtiyaç duydukları her şeye sahip olduklarından emin ol." O sabah, Asya'da büyük bir anlaşma suya düşünce, Sebastián aniden kendini kırk sekiz boş saatle buldu; kusursuzca hesapladığı hayatında bir anormallik.
Ofis penceresinden karla kaplı And Dağları'na baktı ve tuhaf bir şey hissetti: nostalji, ama bunu can sıkıntısıyla karıştırdı. Parasını ödediği evi, ailesinin rahat içinde yaşadığını görmek istiyordu. Kimseye söylemeden, ani bir karar verdi. Şoför yok, yardımcı yok. Mat siyah Mercedes G-Wagon'una bindi, memleketinin adresini GPS'e girdi ve güneye, artık geride bıraktığını sandığı geçmişine doğru sürmeye başladı.