Onları sıcak tutmak için kendi kıyafetlerini getiriyordu.
Dizlerimin üzerine çöktüm.
“Elif…” diye fısıldadım. “Bunu kimseye söylememiştin.”
Bu bir tesadüf değildi.
Bu, kızımın geride bıraktığı sevgiydi.
Hepsini eve taşıdım.
Yumuşak havlularla bir yuva yaptım. Paşa başlarında bekledi.
O akşam Murat aşağı indiğinde manzarayı gördü. Uzun süre hiçbir şey söylemedi.
Sonra sadece şunu fısıldadı:
“Gerçekten çok büyük bir kalbi vardı…”
Hepsini sahiplendik.
Ve ben…
Her sabah uyanmak için bir sebep buldum.
Birkaç gün sonra Elif’in odasına girdim. Bana yaptığı yarım kalmış bilekliği bileğime taktım. Ayçiçeği defterini açtım.
Gülümsedim.
O gece, sarı kazak kucağımdayken fısıldadım:
“Onlara ben bakacağım… senin yaptığın gibi.”
O gece ilk kez kâbus görmeden uyudum.
Ve sabah güneş içeri süzülürken, bir anlığına Elif’in hâlâ burada olduğunu hissettim.
Bir hayalet gibi değil…
Geride bıraktığı iyilikle.