— “Baba, sizi bekliyor mu?”
Kaçamak bir bakış attım. Üç gündür aramadığı, odada tepkisiz bakan hemşireler, gelip gelmemesi… Hiçbir parmağım cevap veremedi.
Evden içeri girdiğimde, önce dumanın kokusu. Orada değildi. Yataklarına yatırdım onları—derin bir ağıtla, asla yalnız bırakmayacağıma yemin ederek. Fakat o anda koridordan yankılanan bir sesle donup kaldım; kapı yarı açık, sanki biri sessizce içeri girmiş gibi.
Sonrası; gece, gündüz demeden süren uykusuzluklar, emzirmek, sakinleştirmek, tekrar başlamak. Bense ayakta durabilmek için sadece onların varlığına tutunuyordum. Nihayet telefonuyla ulaştım—“Meşgulüm,” diye geçiştirdi sadece.
İyileşme çağrısı beklerken, komşum Rosa teyze yetişti. “Güçlüsün, ama yemek de ye; düşersin,” diyerek sıcak yemek getirdi, bazen bebeklere bakıp nefes almamı sağladı.
Bir ay sonra geldiğinde… sarhoştu. Küçük bir kinle, “Yine kurtarabiliyor musun?” diyecek kadar ileri gitmişti. “Hiç bana benzemiyorlar bile,” dediğinde, sabrım tükendi. “Defolup git,” dedim, kapıyı sertçe çarpıp çıktı.