Eşim Levent’le yıllarca çalışıp didindik

Melis,
“Bu şartlarda evlenemem, geleceğim garanti olmalı,” diye ağlama krizine girdi.
Annesi ise,
“Bizi bu döküntü ev için mi çağırdınız?” diyerek gerçek yüzünü gösterdi.

Serkan donup kalmıştı.

Ertesi gün oğlumuzu karşımıza aldık. Gerçeği anlattık.
Levent net konuştu:

“Oğlum, biz bu evi sana veririz. Canımız feda. Ama seninle değil de tapunla evlenmek isteyen bir aileye emeğimizi yedirmeyiz. Eğer Melis seni seviyorsa, 1+1 kiralık evde de mutlu olur.”

Bir hafta konuşmadı bizimle. Sonra kızım Lale, sosyal medyada araştırmış. Gönül Hanım’ın lüks paylaşımlarının arkasında ipotekli bir ev ve borç içindeki bir şirket olduğunu öğrendi.

Meğer mesele “zarafet” değil, bizim emeğimizi teminat yapmakmış.

Bir ay sonra Serkan kapımıza geldi. Elinde küçük bir valiz, gözleri dolu dolu…
Melis,
“Tapu düğün günü masaya gelmezse bu iş biter,” demiş.

Serkan her şeyi o an anlamış.

“Anne, baba… Özür dilerim,” dedi.
“Meğer ben bir yuva değil, bir vitrin kurmaya çalışıyormuşum.”

O gün o ev boşaltıldı. Biz evi satmadık, kiraya verdik. Serkan ise kendi maaşıyla, küçük ama huzurlu bir ev tuttu.

Aradan bir yıl geçti. Geçen hafta Serkan aradı:
“Anne, nişanlandım. Adı Elif. Tek isteği var; nişanı o eski evde, senin yaptığın zeytinyağlılarla yapmak.”

Gözlerim doldu.

O an anladım:
Bir evi yuva yapan şey ne semti, ne tapusu…
Bir evi yuva yapan, içindeki insanların birbirinin tapusuna değil, kalbine bakması.
Reklamlar