Eski eşimden ayrıldıktan yıllar sonra

Evin içi her zamanki gibi derli topluydu ama bir sessizlik çökmüştü üzerine. Ayakkabılarının biri kapının yanında değil, salonda duruyordu.
Yatak odasının kapısına geldim — her zaman aralık bırakırdı ama bugün kapalıydı. Elim kapı koluna gitti, bir an durdum. İçeriden gelen sesleri duydum… inleme gibi, ama o bildiğim, utandırıcı bir ses değil; acı çeken birinin nefesi gibiydi.

Kapıyı yavaşça açtım.
Karşımda bambaşka bir sahne vardı.
Eşim yatakta oturuyordu, yüzü bembeyaz, alnı ter içinde, dudakları morarmıştı. Yanında beyaz önlüklü bir kadın vardı; elinde bir çanta, tansiyon aleti.
Şaşkınlıkla bana baktı.

“Ne oluyor burada?” dedim. Sesim titriyordu.
Kadın hemen toparlandı. “Ben doktorum. Eşinizin bir süredir ciddi bir rahatsızlığı var. Ama… size söylemememi istedi.”

Bir an hiçbir şey duymadım. Sanki kulaklarım uğuldadı.
Ona baktım. Gözlerini benden kaçırıyordu.
“Doğru mu bu?” dedim.
“Evet,” dedi fısıltıyla. “Bunu senden gizledim. Çünkü senin yüzünde korku görmek istemedim. Seninle geçireceğim her günü güzel hatırlamak istedim. Tatiller, hediyeler… hepsi sana bir ‘veda hazırlığı’ydı belki de.”

Elimden poşet düştü, simitler yere saçıldı. Yanına oturdum, elini tuttum.
“Bana neden söylemedin?”
“Çünkü giderdin,” dedi. “Senin daha çok yaşanacak hayatın var. Benimse belki birkaç ayım.”


Gözyaşlarımı tutamadım. “Ben hiçbir yere gitmem,” dedim. “Senin yanındayım, her ne olursa.”

Doktor sessizce dışarı çıktı. Biz ikimiz, odada kaldık.
O gün ilk kez onu böyle kırılgan, böyle çaresiz gördüm. Ama aynı zamanda en dürüst haliyle karşımdaydı.

Günler geçti. Tedaviye başladık. Ben işimi bıraktım, onunla ilgilendim. Bazı günler gülüyorduk, bazı günler sadece sessizce el ele oturuyorduk.
Bir sabah gözlerini açtı, bana baktı. “İyi ki geldin o gün,” dedi. “Yoksa seni son kez göremeyecektim.”

Bir hafta sonra… sessizce gitti.
Benimle vedalaşmadan, ama gülümseyerek.

Cenazeden birkaç gün sonra yatağın başucunda küçük bir kutu buldum. İçinde bir mektup ve bir yüzük vardı.
Mektupta şöyle yazıyordu:


> “Sen bana ikinci bir hayat verdin. Ben sana bir ömür yetemedim, ama kalbim seninle kaldı. Eğer bir gün yeniden seversen, beni unutmuş olma. Çünkü ben zaten seninle olacağım.”



O günden sonra hiçbir şeye aynı gözle bakamadım.
Ama her sabah o tahinli simitin kokusunu duyduğumda, sanki o hâlâ mutfakta, çayı demliyormuş gibi hissederim.

Ve anlarım… bazı insanlar seni terk etmez.
Sadece başka bir zamana gide
Reklamlar