Kocamı kaybedeli tam beş yıl oldu.

Sana hiçbir şey söyleyemedim… ama biri beni izliyor. Sakladığım şey ortaya çıkarsa başımıza çok büyük bir tehlike gelebilir. Eğer bir gün bu notu okursan, lütfen dikkatli ol. O gece merdivenlerde düşmem belki de bir kaza olmayacak…” Not burada kesiliyordu. Ellerim buz kesmişti. İçimde bir yer, beş yıldır dikkatle sakladığım yasın altına gömülmüş olan şüpheyi gün yüzüne çıkarıyordu. Kocam… o gece gerçekten mi düşmüştü? Yoksa biri ona mı dokundu? Ayağa kalktım, hâlâ orkidenin kırık parçalarının arasında duruyordum. Güneş batarken odanın içine uzun gölgeler düşüyordu; sanki her şey, yıllardır üzerime çöken o sis tabakası dağılıyormuş gibi görünüyordu. Bana kalan tek ipucu elimdeydi: küçük bir anahtar ve yarım kalmış bir itiraf. O gece dükkâna gitmeye karar verdim. — Dükkânın kapısı kapanalı yıllar olmuştu; yine de pas kokusu, raflardaki eski kutular ve kocamın bıraktığı dağınıklık hâlâ yerli yerindeydi. Arka odaya yürürken kalbim öyle hızlı atıyordu ki sesinin yankısını duyacak sandım. Odanın köşesinde paslanmış bir metal dolap vardı. Daha önce birçok kez görmeme rağmen hiç açmayı düşünmemiştim. Çünkü hep kilitliydi. Çünkü hep sıradandı. Anahtarı titreyen ellerimle kilide yerleştirdim. Bir tık sesi… Ve dolap açıldı. İçeride bir kutu vardı. Üzeri siyah bir bezle kaplanmış, ağır görünümlü bir kutu. Kutuyu raftan alırken içimden bir ses beni durdurmak istedi ama çok geçti. Kapağını kaldırdığımda, gözlerim dehşetle irileşti. Kutunun içinde, kocamın ölümünden önceki son haftalarda yazdığı bir günlük, birkaç fotoğraf ve tanımadığım bir adamla çekilmiş, yüzü karalanmış bir belge vardı. Günlüğün ilk sayfasında şu cümle yazıyordu:
Reklamlar