Düğün günü geldiğinde, onu bir kez daha giymenin doğru olup olmadığını bilmiyordum.
Çok eskiydi, biraz solmuştu…
Ama gerçekten sahip olduğum tek şeydi.
Kıyafet ödünç almaya çalıştım, ama kendim olamayacaktım.
Benim yapabileceğim tek şey vardı:
Anne olmak.
Düğün günü geldi.
Misafirlerle dolu bir salon, parlak ışıklar, müzik ve sevinç…
Herkes çok güzel giyinmişti.
Ben ise sanki oraya ait olmayan tek kişiydim.
Dügün salonunun kapısından içeri adım attığımda bakışları hissettim —
Bazıları gülümsedi; bazıları fısıldaştı:
“Galiba damadın annesi.”
“Yazık… Oğlunun düğününe daha güzel giyinseydi keşke.”
Zoraki bir tebessüm ettim.
Oğlumun huzursuz olduğumu fark etmesini istemiyordum.
Sıraların arkasına doğru ilerlerken bir kadın bana doğru yürüdü —
Leyla, gelecekteki gelinim.
Bembeyaz elbisesiyle adeta bir peri gibiydi.
Yüzünde bir gülümseme vardı ama gözlerinde dolmak üzere olan yaşları gördüm.
Elimi tuttu —
Toprakla, emekle, alın teriyle yoğrulmuş ellerimi.
“Anne…” dedi fısıltıyla.
“Bu… bu üzerindeki elbise