“Çocuğun lekeleri çoğaldı, hastaneye götürdük. Doktor şokta... Sende de var mı aynı şeyler?”Parmaklarım titreyerek yazdım: “Evet.”Cevap hemen geldi:
“Fotoğraf at.”Gönderdim. Bir dakika geçmedi, telefonum çaldı. Komşunun sesi fısıltı gibiydi:
“Tanrım... Aynı desen. Sen çocuğun yanında uyurken...
o sana bir şey mi yaptı?”“Ne yapabilir ki 4 yaşında bir çocuk?” dedim ama sesim kendime bile inandırıcı gelmedi.“Dün gece seni uyuttuktan sonra yanına geldim,” dedi komşu yavaşça. “Karanlıkta... çocuğun elinde bir şey gördüm. Küçük, siyah bir kutu gibi. Sen uyuyordun, o kutuyu boynuna bastırdı. Bir saniye... sonra kutuyu cebine koyup hiçbir şey olmamış gibi yattı.”Nefesim kesildi. Hatırlamaya çalıştım ama o gece bulanık.
Sadece çocuğun kulağıma fısıldadığını hatırlıyordum:
“Teyze, şimdi sıra sende.”Şu an boynumdaki lekelerin tam ortasında, derinin altında bir şey kıpırdıyor gibi. Küçücük, ritmik bir hareket. Sanki... bir şey büyüyor.
Telefonu kapattım. Aynaya tekrar baktım. Lekelerden biri açılmış, içinden ince, siyah bir iplik gibi bir şey uzanıyordu. Dokunduğum an geri çekildi, derinin altına kaçtı.
Kapı çalındı. Gözüm saate takıldı: 03:14. Kimse bu saatte gelmez.
Kapı deliğinden baktım. Koridorda kimse yoktu. Ama yerde, kapımın önünde küçücük bir şey duruyordu.
Siyah, parlak bir kutu.
Ve kutunun üstünde çocuğun dün gece boynunda taşıdığı kolyenin ucu gibi minik bir sembol vardı:
Daire içinde daire. Tıpkı benim lekelerim gibi.