Eşimden ayrıldıktan yıllar sonra ilk defa

Evin içi her zamanki gibi derli topluydu ama bir sessizlik çökmüştü üzerine. Ayakkabılarının biri kapının yanında değil, salonda duruyordu.
Yatak odasının kapısına geldim — her zaman aralık bırakırdı ama bugün kapalıydı. Elim kapı koluna gitti, bir an durdum. İçeriden gelen sesleri duydum… inleme gibi, ama o bildiğim, utandırıcı bir ses değil; acı çeken birinin nefesi gibiydi.

Kapıyı yavaşça açtım.
Karşımda bambaşka bir sahne vardı.
Eşim yatakta oturuyordu, yüzü bembeyaz, alnı ter içinde, dudakları morarmıştı. Yanında beyaz önlüklü bir kadın vardı; elinde bir çanta, tansiyon aleti.
Şaşkınlıkla bana baktı.

“Ne oluyor burada?” dedim. Sesim titriyordu.
Kadın hemen toparlandı. “Ben doktorum. Eşinizin bir süredir ciddi bir rahatsızlığı var. Ama… size söylemememi istedi.”

Bir an hiçbir şey duymadım. Sanki kulaklarım uğuldadı.
Ona baktım. Gözlerini benden kaçırıyordu.
“Doğru mu bu?” dedim.
“Evet,” dedi fısıltıyla. “Bunu senden gizledim. Çünkü senin yüzünde korku görmek istemedim. Seninle geçireceğim her günü güzel hatırlamak istedim. Tatiller, hediyeler… hepsi sana bir ‘veda hazırlığı’ydı belki de.”

Elimden poşet düştü, simitler yere saçıldı. Yanına oturdum, elini tuttum.
“Bana neden söylemedin?”
“Çünkü giderdin,” dedi. “Senin daha çok yaşanacak hayatın var. Benimse belki birkaç ayım.”
Reklamlar