Restoranın Atmosferi
İstanbul'un mevcut altın sofra işletmelerinde, paranın fısıldayarak söylendiği, lüksün pahalı parfümler gibi incelikli olduğu bir yerdi. Akşam iklimi ilerliyor. Birkaç masa doluydu. Kristal avizeler beyaz örtülere sıcak ışık saçıyordu. Sessiz sohbet sesleri, küçük hoparlörlerden gelen caz müziği ile karışıyor. Pencerelerin ardında İstanbul nefes alıyordu. Arabaların ışıkları ince asfaltta kayıyordu. Tramvaylar yardım zili çalıyordu ve yağmur camlara ritmik vuruyordu. Restoranın içinde özel bir dünya yaratılıyordu.38 yaşındaki Ayşe Yılmaz, hafif makyajın altında yorgun gözleri, pratik saç hala işte engel olmasın diye, kuyrukta dolaşarak 15 yıllık hizmetle eğitilmiş bir sabırla masalar arasında dolaşıyordu. Adımı düşünülmüş, hareketi otomatize edilene kadar çalışılmıştı. Ellerinin günlük yaşamlarını taşımalarını sağladı. Sıcak tabaklardan küçük yanıklar, sürekli yıkamadan kuru cilt, soğuk cam ve sıcak soslara dokunmaktan sertleşmiş parmaklar.
Ayşe'nin Gözlemleri
Garson sadece internette hizmet vermiyordu. okulda okuyordu. İş adamının karşısında oturan kadının açmaması telefona çok uzun süre bakmasından ilişkilerin içinde görülüyor. Üçlü evliliği masadaki yaşlı beyefendinin titreyen ellerinde bunun belki de zor bir karardan önceki son zarif yemeği olduğunu fark ediyordu. Salonun köşesindeki çiftin kahkahalarında sahte bir ses gelmiyordu. Daha derin, daha karanlık bir şeyi maskeleyen bir kahkaha. İnsanlar buraya görünmez düşünerek geliyorlardı. Ama Ayşe için herkes açık bir kitaptı.