Ayşe'nin İçsel Mücadelesi
Kasım ortasında 22 derece aralıklı bir aralık. Tuhaf, çok tuhaf. Ayşe tepsiyi bardağı tezgahına bıraktı ve menüleri düzenliyormuş gibi yaptı. Ama bakışları 7 tatil masadan ayrılmadı. Adamın eli tekrarlanan bir ritimle hareket ediyor. Yumruk sıkma, gevşeme, parmaklar düzleşme, tekrar sıkma. Her 10 tasarım sanki bir egzersiz, bir ritüel, kontrolden çıkan bir şeyi kontrol etme yöntemi menü önünde yansımamış görünüyor.
Ayşe'nin yanındaki genç garson kız deniz fısıldadı. “7'deki adam 20 dakikadır bekliyor ve menüye bile bakmadı.” Fark ettim. Ayşenin cevabını verdi. “Sence birini mi bekliyor?” Ayşe cevap ver. İçgüdüsü ona hayır dedi. Bu adamın olmaması beklenmiyordu. Başka bir şey devam ediyor ya da bir şeyden kaçıyordu. Not defterini aldı ve yaklaştı. Yüzüne profesyonel bir gülümseme, sıcak ama ısrarcı değil yerleştirmekdi."İyi akşamlar. Beklettim. Özür dilerim. Siparişinizi alabilir miyim?" Adam'ın başını kaldırdı. Sanki derin bir düşünceden uyanıyormuş gibi. Yüzü sakindi. Düzenli hatlar, bakımlı, güçlü çene. Ama gözlerinde gizlenemeyen bir şey vardı. Yorgunluk. Öğrenciler değil, başka. Daha derin, çok uzun süre ağırlık taşımış bir adamın yorgunluğu.
Bir Anlık Kırılma
"Hah. Evet. Özür dilerim." dedi. Sesi pürüzsüz, eğitimli. Telaffuzda mükemmel. Çok mükemmel. Kendi rolünü oynayan bir aktörün sesi gibi. “Mercimek çorbası ve sade Türk kahvesi istiyorum.” Tabii kahveye şeker, süt sade hiçbir şey olmadan. Ayşe siparişi yazıldı ama hemen gitmedi. Bir şey onu bir daha kalmakta zorladı. Adam konuşurken sol elinin eldivenli olmayan hafifçe titrediğini fark etti. Önemsiz. Neredeyse görünmez. Ama gördüm.